J. R. R. Tolkien’ınHobbit
kiabı İthaki Yayınevinin 5. Basımı olup 2012 yılında Beyoğlu’ndan alınmış,
elime ulaştığında filmini henüz izlememiş olduğum için bir an önce okuma hevesi
yaratı. Ve okurken bir dakika sıkıldım diyemem.
Ciddi manada güzel bir kitap...
Gamze Sarı çevirisini olduğundan çevirmenin de çok iyi bir iş çıkardığını
söylemek gerek.
İlk merakınız ve
klasik kitapların başındaki sıkılmayı alıp götüren şey kendinizi Bilbo Baggins’in
yerine koyabilmenizdir. Herkesin içinde yatan o tembel insanın merakına ve
karşı tarafın güvenini boşa çıkarmama endişesini hissettiğiniz anda siz Bilbo
oluyosunuz, Bilboda siz. Bu elbette ki kitabın akıcılıkla ilgili değildir ama
akıcılık konusunda (yazarın) anlatıcının sizden çok farklı olmaması yani bazı
konularda fikir sahibi olmaması bazılarını ise alenen biliyorum ama ağzından
laf alamazsın tavırlarını etkisini görmezden gelemeyiz. Arada bir ağızdan
kaçırılmışçasına söylenen laflar sizi bir sonraki sayfalara sürüklüyor.
Nedense anlatıcıda bir Gandalf karakteri oluşuyor sanki. Tıpkı onun Baggins’e
davrandığı gibi yazar da size arada bir ipuçları veriyor ama katiyen bir şey
bilmediğini söylüyor bazen ve bir sonraki yapraklara heves ettiriyor. Kimi
zamansa takındığı ama şu an bunu anlatamam sana tavrı da cabası. Hemen geçelim
burayı der gibi anlatıyor bazen ki bu da ayrı bir farklılık kitap için.
Kendinizi sıkıcı bir şekilde gelişen olaylarda bulurken anlatıcının sırtınızdan
itercesine ilerletmesi de ciddi açıdan güzeldi.
Olayları tabii
ki anlatmaya niyetli değilim. Ama en sevdiğim birkaç söz ve dikkatimi çeken
birkaç şeye yer vermenin de sanıyorum bir sakıncası olmayacaktır.
Öncelikle
kitaptaki olay kitapta da yer verildiği gibi
‘’bu,
bir macera yasayan ve kendisini bütünüyle beklenmedik seyler söylerken bulan
bir Baggins'in öyküsüdür’’
diye çok da
güzel tanımlanmıştır.
Kitabın bir
kısmında yer alan Trollerin dillerini kötü konuşmasının Türkçeye çevrilmesi
okurken ortamdaki arkadaşlarıma da sesli okumama ve sesli gülüşmemize sebep
olmuştur ki biz o trollere Samsunlu troller dedik. Zire telaffuzları Samsun
şivesine benziyordu heheheh
‘’Ne zamadur bir lohma
insan etü yiyemedüh’’ dedi bir ikincisi ‘’ahluna turp sıkayım William’ın,neden
getirdi bizi buralara annamıyom –hemi ççek de az galdu,’’ dedi maşrapasını kafasına diken William’ın dirseğinden dürterek.
İçeceği William’ın boğazına
kaçtı. ‘’Kapa ağzunu!’’ dedi konuşabildiği ilk anda. ‘’Millet sırf senle Berd’e yem olmah içün mi geleceğüdü buraya? Dağlardan indüğümüzden beri bir olup bir buçuk göy yedünüz. Daha
ne istiyonuz? Hem ne zamandır bii ‘Sağol Bill, şişman vadü guzusu getürdün bize’ de demedünüz’’
Bilbo’nun
örümcekler serüveni kısmında yazarın şu cümleleri de akılda kalanlar arsındadır… Yazarın da benim kadar heyecanlı olması çok güzel…
‘’aslında
bakılırsa duman halkaları üfleyebilmek, bilmece sormak ve yemek pişirmek dışında
size anlatmaya zaman bulamadığım
pek çok becerisi vardır. Simdi buna zaman yok’’
Bir
de başından beri cüceler arsında ağır başlı davranan Thorin başlarına gelen
onca şeyden sonra şu konuşması da pek bir güzeldi.
(tüm o yorgunluk, açlık, örümceklerden kaçış ve sonrasında
Elflerin elinden kaçıp nehirde boğulma pahasına varillerde yolculuktan
sonra...)
"Ben Dağaltı'nın Kralı Thror'un oğlu Thatin'in oğlu Thorin!" diye haykırdı Thorin
kapıdan yüksek sesle, yüzbaşı
bir şey söylemeye fırsat bulamadan. Herkes ayağa
fırladı. Kasabanın Efendisi büyük iskemlesinden hızla ayağa kalktı. Ama ayağa fırlayanlar arasında kimse salonun
uzak ucunda oturan Elflerin salcıları kadar şaşırmamıştı.
Efendi'nin masasına yaklaşarak
haykırdı "Bunlar Kralımızın kaçan tutsakları, kim olduklarının doğru dürüst hesabını vermeyen, ormanda
sinsice dolaşıp halkımızı
taciz eden gezgin, serseri cüceler!"
"Bu doğru mu?" diye sordu Efendi. Aslında bakılırsa, bunun Dağalti Krali'nin -böyle biri var olmuş idiyse tabii- dönüşünden daha makul bir açıklama olduğunu düşünüyordu.
"Kendi yurdumuza dönmekte iken Elf Krali tarafından haksız bir pusuya düşürüldüğümüz ve mesnetsiz yere tutsak alındığımız doğrudur" diye yanıt verdi Thorin. "Ama eskilerde bahsedilen sılaya dönüşe ne kilit engel olabilir, ne de parmaklık. Bu kasaba Orman Elflerinin ülkesi de değildir. Ben Göl İnsanlarının kasabasının efendisine hitap ediyorum, Kral'ın salcılarına değil."
"Bu doğru mu?" diye sordu Efendi. Aslında bakılırsa, bunun Dağalti Krali'nin -böyle biri var olmuş idiyse tabii- dönüşünden daha makul bir açıklama olduğunu düşünüyordu.
"Kendi yurdumuza dönmekte iken Elf Krali tarafından haksız bir pusuya düşürüldüğümüz ve mesnetsiz yere tutsak alındığımız doğrudur" diye yanıt verdi Thorin. "Ama eskilerde bahsedilen sılaya dönüşe ne kilit engel olabilir, ne de parmaklık. Bu kasaba Orman Elflerinin ülkesi de değildir. Ben Göl İnsanlarının kasabasının efendisine hitap ediyorum, Kral'ın salcılarına değil."
Bilbo’nun
tavırları da hem komik hem de doğaldı. Gözümüzün önünde çok rahat
canlandırabileceğimiz bir karakter. Nedense Garfield gibi geldi bana
"Eh!" dedi Bilbo. "Bu kapıdan dışarı bakacağımı hiç zannetmezdim, güneşi bir daha gördüğüme ve rüzgârı yüzümde hissettiğime bu kadar memnun olacağımı da. Ama uff bu rüzgar da soğukmuş!"
Kitap boyunca
Galndalfın kaybolup gelmesi her ne kadar sinir bozsa da bunu en sonda birinin
dile getirmesi iyi oldu.
"Elveda! Ey Gandalf!" dedi Kral.
"Hep en son ihtiyaç duyulup en az beklenmediğin
anda ortaya çıkarsın! Salonlarımda ne kadar sık boy gösterirsen, o kadar memnun
olacağım!"
Kitap kesinlikle
çok güzel... Ele geçince muhakkak okunası kitaplardan. Şimdi sırada filmleri
var Hobbitin.
Hadi bakalım…
(arka kapak)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder